İlk defa Nathan Birnbaum tarafından ortaya atılan Siyonizm, adını tarihte Kudüs için kullanılan daha sonraları bütün İsrail toprakları için söylenen Siyon kelimesinden almıştır. Siyonizm, “Yahudilerin tarihî topraklarına dönüşü” düşüncesiyle Filistin’de Yahudi devleti kurmayı hedefleyen siyasî bir harekettir.
Siyonizm’in tam olarak ne olduğunu, amacını, nasıl bu hale geldiğini ve Filistin meselesini anlamak için tarihten günümüze kadarki sürece bakmak gerekir, bu yüzden yazının devamında ağırlıklı olarak bu süreçten bahsedeceğiz.
Siyonizm 19. yüzyıl sonlarında Doğu Avrupa Yahudileri içinde ortaya çıktı. Batı Avrupa’da Fransız ihtilâli sonrasında farklı dinden olanların yasa önünde eşitliği fikri yayılmaya başlayınca bu coğrafyadaki Yahudiler birtakım haklar elde ederek bulundukları toplumlara entegre oldular. Doğu Avrupa’da ve özellikle Çarlık Rusya’sındaki Yahudiler içinse gerek devlet temelli baskılar gerekse Hristiyan toplum temelli çatışmalar artış gösterdi; bu sebeple bölgedeki Yahudilerde tarihteki ilk temelli göç düşüncesi ve teşkilatlanması baş gösterdi.
Siyonizm’in özellikle siyasî hareketinin kurucusu 1890’larda ortaya çıkan Thedeor Herzl’di. Avrupa’da gittikçe yayılan yahudi aleyhtarlığını gözlemlemiş ve Yahudilerin genellikle dışlanmış azınlıklar olarak yaşadıkları ülkelerin toplumlarıyla kaynaşamayacağı düşüncesinden hareketle Der Judenstaat kitabını yazmıştır. Yazdığı bu kitap ile Yahudiler arasında “kutsal topraklara dönüş” fikrinin yayarak Siyonizm hareketinin kurumsal bir hale gelmesinin önünü açtı.
Herzl’in Siyonizm’i yayma çabaları sonucunda 29 Ağustos 1897’de Basel’de toplanan ilk Dünya Siyonist Kongresi ile Dünya Siyonist Teşkilâtı kuruldu.
Bu kongrede Filistin’de Yahudi çiftçi, esnaf ve tüccarının yerleştirilmesine, her ülkenin yöresel yasalarına uygun biçimde Musevilerin birleştirilmesi ve örgütlenmesine, Yahudi bilincinin kuvvetlendirilmesine ve Siyonizm’in amacına erişebilme yolunda ilgili hükümetlerin onayını almak için hazırlık çalışmalarına girişilmesine karar verildi.
Herzl, hâtıratında bu kongreyle ilgili şöyle söyler: “Ben Basel’de Yahudi devletini tesis ettim. Bunu bugün yüksek sesle söylesem bütün dünya bana güler. Fakat bundan beş sene, belki elli sene sonra herkes bunun böyle olduğunu anlayacaktır”.
Siyonist teşkilatı, 1897’de kuruluşundan bu yana yaptığı düzenli kongrelerle, hedefi olan Filistin’e sürekli göçü düzenleme ve siyasî, yerleşimci faaliyetleri yürütme yolunda en temel organ olma özelliğini o günden itibaren korudu.
Siyonizm’in o dönemdeki en önemli hareketi “Aliyah” hareketi idi. Kelime anlamı “yükselme” olan Aliyah, geçici göçlerden farklı olarak Yahudilerin yaşadıkları yerlerden ata yurtları olan Filistin topraklarına siyasî bilinçle ve kalıcı olarak yerleşmek üzere göç etmesidir.
Siyonistler, bu hareketle dağınık biçimde yaşayan Yahudileri bir araya toplayarak Siyonist devleti kurmayı ve hedefledikleri dünya düzenini gerçekleştirme konusunda ilerlemeyi amaçlıyordu, bu amaçları doğrultusunda ilk önce Filistin’e göç dalgalarını koordine ettiler.
1880’lerden 2. Dünya savaşı sonunda kadar devam eden bu süreçte Filistin’e 5 ayrı göç dalgası gerçekleşti. Bu sırada aralarında İsrail’in gelecekteki siyasî önderlerinin de bulunduğu toplamda 350 binden fazla Yahudi göç etti.
Bulundukları yerde zulüm görmeleri ve toplum tarafından baskıya maruz kaldıkları bahanesiyle başta masum duran bu Yahudi göçü daha sonra yerini aşama aşama Filistin’e yerleşme, orada bir Yahudi devleti kurma çabalarına bıraktı.
Filistin’e sistemli göç ve yerleşimi gerçekleştirmek üzere Siyonist teşkilâta paralel bir dizi başka kuruluş hayata geçirildi, 1898’de Basel’de toplanan kongre tarafından Yahudi Sömürge Emniyet Sandığı Şirketi’ni kuruldu, aynı yıl Kolonileştirme Komisyonu faaliyete geçti, 1901’de Siyonist devlet hedefinde yapılan en önemli hareketlerden biri olan Yahudi Millî Fonu oluşturuldu, o tarihten beri bu fonun amacı asla satmamak üzere toprak mülkiyeti elde etmek oldu.
Siyonizm’in ortaya çıktığı zamanlarda Filistin bir Osmanlı toprağı idi ve Osmanlılar burayı aldığından bu yana Yahudi varlığını biliyordu, zaman zaman göçlerine de izin verdi.
Osmanlı tâbiyetinde bulunan Filistin’deki bu küçük Yahudi topluluğu, bir kısmı yerleşik ve yerli toplumla kaynaşmış Sefarad Yahudilerinden bir kısmı da daha sonra izin verilen göçlerle gelen Eşkenaz Yahudilerinden oluşuyordu. Bunlar çok azı ticaretle, çoğunluğu dünya Yahudilerinin gelenekleşmiş bağışlarıyla geçinen bir topluluktu. Fakat Siyonizm ve onunla bağlantılı gelişen aliyah hareketiyle birlikte Filistin’e göç eden Yahudilerin karakteri değişti; bunlar dinî olmaktan ziyade siyasî nitelikte bir Yahudi devleti kurma amacıyla kalıcı olarak buraya yerleştiler.
Bu noktada Roger Garaudy’nin yaptığı ayırım önemlidir. Garaudy, daha önceki Yahudilerin tamamen mesîh inancı doğrultusunda mânevî bir hayat yaşama amacıyla Filistin’e yerleşmiş olduklarını, bunun Herzl ile başlayan ve Filistin’de kalıcı bir Yahudi devletini hedefleyen siyasî Siyonizm’den ayırt edilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Siyonistler, hareketlerini daha sistemli yapmak ve resmi olarak Filistin’e tamamıyla sahip olmak için Filistin’i satın alma konusunda Herzl önderliğinde iki defa II. Abdülhamid nezdinde girişimde bulundular. Fakat Abdülhamid Han, zulümden kaçan Yahudilerin Filistin dışındaki Osmanlı topraklarında yerleşmelerine izni vermekle birlikte Filistin’de Yahudi yurdu tasarısına geçit vermedi.
2. meşrutiyetin ilanıyla birlikte ümitlenerek ittihat ve terakki iktidarına gittiler, yaptıkları müzakereler doğrultusunda bir süre bazı haklar elde ettiler. Ancak Yahudilerin Filistin’de kolonileşme yönünde planlı bir şekilde yerleşmesi imparatorluğun bütünlüğü noktasında ittihatçıları uyandırdı ve tekrar bazı kısıtlamalar getirildi.
Bütün bunlara rağmen Siyonistler çabalarına hiç ara vermeden devam ettiler. Gerek Yahudi emeğine dayanarak, ekonomi ve tarım alanında kurumlaşmalar oluşturmak gerekse Yahudi Millî Fonu başta olmak üzere çeşitli Siyonist kuruluşların akıttıkları paralarla mülk sahiplerinin topraklarını satın almak gibi çeşitli yöntemlerle sistematik bir şekilde yerleşme ve kolonileşme politikalarına devam ettiler.
1939’a kadar devam eden süreçte Yahudilerin toprak kazanımı ve işgal çalışmaları Araplar arasında büyük tepkiye neden oldu, bu tepki; zamanla Araplarla Yahudiler arasında çatışmaya ve gitgide artan karşılıklı silahlanmalara sebep oldu, netice olarak baş gösteren şiddet hareketleri ve ayaklanmalarla beraber huzursuzluk ve can kaybının iyice arttığı bir ortam haline geldi.
Siyonistler’in ilk büyük destekçisi İngiltere idi, Siyonistler 1. Dünya savaşına kadarki süreçte istedikleri karşılığı Osmanlı’da bulamayınca yabancı devletlerden destek almaya çalıştılar. Bu doğrultuda İngilizlerle iş birliği yapıp onların desteklerini aldılar, öyle ki Çanakkale’de Osmanlıya karşı savaşta İngiliz cephesine gönüllü askerler yolladılar. Dünya savaşı sonrası Filistin’in İngiltere işgali altında olmasını fırsat bilen Siyonistler İngiltere’den aldığı destekleri arttırdılar.
Herzl’in ölümünden sonra önderliğe yükselerek kendisinden Yahudilerin kralı diye söz ettiren Chaim Weizmann’ın savaş tekniğine ilişkin buluşları İngiltere’yi Yahudilere daha da yakınlaştırdı. Bu yakınlaşma sonucunda İngiltere Dışişleri Bakanı Balfour’un, Siyonist Dernekleri Federasyonu adına Lord Rothschild’a yazdığı mektupta “Majestelerinin hükümetinin Yahudiler için Filistin’de bir devlet kurulmasını olumlu karşıladığı ve bu hedefin tahakkukunu kolaylaştırmak için elinden gelen gayreti esirgemeyeceği” belirtiliyordu.
Bu, bir ulusun ikinci bir ulusa üçüncü bir ulusun ülkesini ciddi biçimde vaat etmesi demekti, kaldı ki bu belge oluşturulurken İngiltere Filistin’de Yahudiler lehine hak tanıyabilme yetkisini verecek ne egemenlik veya sömürgecilik ne de herhangi diğer tasarruf hakkına sahip değildi ve Filistin nüfusunun %90’ı Arap iken toprağının %2 kadarı Yahudi mülkünde olan bir ülkeydi.
1939’da patlak veren II. dünya savaşı sırasında Hitler’in zulmünden dolayı dünyaya mazlum rolünü oynayan Siyonistler, Amerika Birleşik Devletleri’nin Biltmore şehrinde Siyonist konferansı düzenlediler. 1942’deki bu olağan üstü toplantı ve kararlaştırılan Biltmore Programı bir yandan Siyonizm’in devlet talebini daha da resmîleştirdi, diğer yandan İngiltere ile bozulan ilişkilerin ardından Siyonist hareketin Amerika Birleşik Devletleri’ne tabiri caizse bağlılık yemini ederek günümüze kadar Siyonizm’in destekçisi olmasını sağladı.
Siyonistlerin çabaları ve Filistin üzerindeki çıkarları, Amerika’nın iyice bu meseleye dahil olmasına sebep oldu. Filistin meselesi İngiltere tarafından Birleşmiş Milletlere devredildi, zaten BM demek Amerika demekti. Birleşmiş Milletlerin 1947’deki sonuç raporunda bir ekonomik birlik altında bölgenin iki halka taksimi önerildi. Her iki taraftan itirazlara rağmen bu karar 29 Kasım 1947’de oylandı ve kurul tarihî taksim kararını verdi.
Taksim kararıyla birlikte Filistin, Kudüs ve çevresi hariç tutularak yedi kısma ayrıldı. Üç bölge Araplara üç bölge Yahudilere, Yafa ise Yahudi bölgesinde kalmış ayrı bir parça olarak yine Araplara taksim edildi. Oranlamaya bakıldığında bu, Filistin topraklarının yarıdan fazlasının %31’lik nüfusa sahip Yahudilere verilmesi demekti. Siyonistler kayıtlı olarak da olsa bu kararı kabul ettiler.
İngiltere’nin Filistin’deki manda idaresini 15 Mayıs 1948’de sona erdireceği ilanı üzerine bunu fırsat bilerek 14 Mayıs’ta Tel Aviv’de toplanan bir grup Siyonist, İsrail adını verdikleri devleti kurduklarını ilan etti. Ardından Amerika, köpeği olan bu devleti hemen tanıdı.
Siyonistler devletin ilânından itibaren 1949 Acil Durumlarda Toprak Müsadere Kanunu, 1950 Sahipsiz Mülk Kanunu, 1953 Toprak İktisap Kanunu, 1958 Mürûrüzaman Kanunu gibi yasal düzenlemelerle kendilerine verilen sınırları aşarak toprak alanını genişletme politikasına devam ettiler.
Günümüze kadar devam eden bu süreçte Siyonistler, Filistinlilerin yaşam alanlarını daralttıkça daraltıp param parça hale getirerek sistemli Yahudi yerleşim planlarını devam ettirdiler.
Deir Yâsin katliamı: Siyonizm’in ilk toplu katliamı 9 Nisan 1948’de Deir Yâsin köyüne yaptığı saldırıda 100’den fazla Filistinli sivil vatandaşı katledişiydi. 250’den fazla masumun canına kastettikleri bu saldırı Siyonistlerin son katliamı değildi.
Bu gelişmelerden cesaret alan Yahudiler, taksim kararı sonrasında başlayan Arap-Yahudi savaşı sonunda 1949 Temmuz’unda taksim sınırlarını aşıp diğer toprakları işgale başladılar. Gazze ve Batı Şeria’nın Mısır ve Ürdün’ün eline geçmesiyle birlikte Filistin’in %78’e yakını İsrail’in eline geçmiş oldu.
Ateşkes anlaşması yaparak hukukileştirilen bu durumdan başka Siyonistler için sevindirici bir diğer gelişme aynı yıl İsrail yeni sınırlarıyla birleşmiş milletlere üye kabul edilmesi oldu.
Kurdukları devletin sadece Yahudilerden oluşmasını istedikleri için 1949’da toplamda 750.000’e yakın Filistinliyi topraklarından sürdüler.
Gazze Savaşı: Dökme kurşun harekâtı olarak da adlandırılan bu savaşta İsrail, Filistinli direniş örgütü Hamas’ın İsrail güçlerine roket attığı bahanesiyle 2008 yılı aralık ayında Gazze’ye saldırı başlattı. İsrail tarafında 3 kişinin hayatını kaybettiği bu savaşta Gazze’de 1133 kişi hayatını kaybetmiş 4000’den fazla sivil yaralanmış, 10 binlerce insan evini terk etmek zorunda kalmıştı.
Bu savaş sırasında Gazze’deki masumlara yardım götürmek isteyen İHH insani yardım vakfının yardım filosuna Uluslararası sularda İsrail ordusu tarafından saldırı düzenlendi, Mavi Marmara gemisine yapılan saldırıda 9 kişi hayatını kaybetti, 60 vatandaşımız yaralandı.
Gazze Ablukası: Hamas’ın Gazze Savaşı sırasında Gazze Şeridi’ni kontrol altına alması üzerine İsrail ve Mısır Gazze Şeridi’ni kara, hava ve deniz ablukası altına aldı. On binlerce insanın açlık ve sefalet içerisinde yaşamasına neden olan bu abluka günümüze kadar devam etmektedir.
2023 Mescid-i Aksa Çatışmaları
2023’ün Nisan ayında bir Ramazan akşamı sonrası Yahudilerin Mescid-i Aksa camiinde bir keçi kurban etmeyi planladıkları (İsrail yasalarına göre bu yasaktır) yönündeki haberler üzerine Filistinli bir grup caminin içinde barikat kurdu. Bunun üzerine İsrail polisi çevik kuvvet teçhizatıyla camiye baskın düzenleyerek 50 kişiyi yaraladı ve 400 kişiyi tutukladı.
Bu olay, haklarını savunan ve manevi değerini korumaya çalışan Filistinli vatandaşlar üzerinde İsrail’in tamamen orantısız güç kullanarak terörist muamelesi yaptığı bir diğer örnek oldu.
Mayıs 2023 Gazze – İsrail çatışmaları
Nisanda yaşana olayların ardından İsrail, Mayıs ayında Gazze şeridine hava saldırıları düzenledi. Resmi olarak 13 kişinin ölümüne sebep olan bu saldırıda Filistinli birçok sivil vatandaş maddi – manevi zarar gördü.
Temmuz 2023 Cenin saldırısı
3 Temmuz 2023’te İsrail ordusu, işgali altındaki Batı Şeria’da bulunan Filistin şehri Cenin’deki Cenin mülteci kampına büyük bir saldırı düzenledi. İsrail; operasyonun amacının kamp içindeki militanları hedef aldıklarını bahane etti, her seferinde israil’in bu bahanelerini kabul eden ABD ve Avrupa bu sefer de olaya karşı sessizliğini korumakla kaldı.
Katil İsrail’in yaptığı zulümler saymakla bitmez ancak tarihten beri Filistin halkına yapa geldiği bu zulümlerin sayısının zamanla arttığı bir gerçektir. Bu zülümlere karşı sessizliğini bozmayan hatta aksine her hareketi destekleyen Amerika unutmamak gerekir. Resulullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in buyurduğu gibi: Ehl-i küfür tek millettir.
Günümüze geldiğimizde 7 Ekim 2023’te başlayan savaş artık bu zulümlere dayanamayan ve ölmek pahasına da olsa özgürlüğü için savaşan bir halkın ayağı kalkışının örneğidir.
Allah (Celle Celaluhu)’nün laneti zalimler ve kafirler üzerine olsun!.