“Ey iman edenler! Eğer kâfir olanlara itaat ederseniz sizi gerisin geriye çevirirler. Artık büyük zararlara uğramış olduğunuz halde geri dönmüş olursunuz.”[1]
Mevlâ Teâlâ buyuruyor ki: “Ey iman etmiş kullar! Size Benden ziyade kimse acımaz ve sizi zararlardan haberdar ederek kimse kaçındırmaya çalışmaz. Ve kârlarınıza delâlet edip, kârlarınıza sizi sevk etmeye kimse uğraşmaz.” Mevlâ (Celle Celâlühü): “Ancak ben” buyuruyor.
“Eğer beni dinlerseniz ve benim sevgili habibimi dinlerseniz ve onun varislerini dinlerseniz, dünyada ve ahirette hiç zorlanmadan meşakkatsiz bir hayat yaşarsınız. Ama bana muhalefet ederseniz, habibime muhalefet ederseniz, O’nun varislerine de muhalefet ederseniz, nelerle karşılaşacağınızı bugünkü ders size gösterecektir.”
Erhamürrâhimîn olan Allah’ımız (Celle Celâlühü) bizi hem kendisine hem habibine hem de varislerine muti‘ kullardan eylesin! Ve onlardan ayırmasın! Âmin!
Abdullah İbn-i Mübarek buyuruyor ki:
“Allah’a isyan ederken O’nu sevdiğini açıklarsın, bu ise yemin ederim ki şaşılacak işlerdendir.
Eğer sevgin doğru olsaydı, O’na itaat ederdin. Çünkü seven sevdiğine itaat eder.”
Sevgiden doğan güzel itaati, mahalline sarf edelim. O da Mevlâ’dır (Celle Celâlühü), sevgili habibidir ve onun vârisleridir. Mevlâ Teâlâ her ne kadar mahal değildir, mahal olmaz ama itaat O’na yapılmalıdır. Çünkü itaat büyük şeydir. Büyük şeyler Allah Teâlâ Hazretleri’ne ve O’nun taraftarlarına lâyıktır.
Fakat Allah Teâlâ Hazretleri’ni tanımayan ve bilmeyen ve O’na boyun eğmeyenlere, teslim olmayanlara itaat edilirse çok yazık olur, çok ceza çekilir hem dünyada hem âhirette kurtuluşu olmayan cezalara düşülür.
Mevlâ Teâlâ buyuruyor ki: “Eğer kâfirlere itaat ederseniz sizi ökçelerinizin üzerine eski dalâletinize çevirirler, sizi kendileri gibi din bakımından iflâs ettirirler, dünya ve ahiretinizi kaybedersiniz.”
Münafıklar ne zaman ki Uhud muharebesindeki mağlubiyeti gördüler, Müminlere şöyle hitap ettiler: “Eğer bu, hak olsaydı mağlûb edilmezdi (yenilmezdi). Dönün ondan.” İşte o zaman, bu âyet-i celile nâzil oldu.
Şu âyet-i kerime de bunun benzeridir: “Ey iman edenler! Kendilerine kitap verilmiş olanlardan herhangi bir güruha itaat ederseniz sizi imanınızdan sonra küfrediciliğe çevirirler.”[2]
İslamiyet’ten sonra Ensâr lakabıyla anılan Medine halkı, iki büyük kabile idi. Câhiliyye devrinde İslamiyyet’ten çok önce Yemen’den Evs ve Hazreç adlarında iki kardeş gelip Medine’ye yerleştiler. Zaman geçtikçe bunların torunları çoğaldı. İki büyük kabile halini aldılar. Babalarının adlarına izafeten bunlardan birine: “Evs kabilesi” diğerine de “Hazreç kabilesi” denildi.
Önceleri kardeş gibi geçinen bu iki kabile arasında yahudileri ifsadıyla sonradan bir husûmet meydana geldi. Birbirlerinin amansız düşmanı oldular. Aralarında kavgalar başladı. Daha sonra bu iki kabile arasında düşmanlık o kadar şiddetlendi ki, büyük savaşlar halini aldı. Her iki tarafta da tâkât kalmadı, kabilelerin büyükleri ve elemanları bu muharebelerde telef oldu.
Allah Rasûlü (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem), Mekke’den Medine’ye hicret ettiğinde Ensâr’ın durumu bu idi. Çok geçmeden bu iki kabile, münafıklar hariç tamamen İslamiyet’i kabul ettiler. Efendimiz (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bunları İslam kardeşliği altında birleştirdi, aralarındaki düşmanlığı kaldırdı. Böylece birbirlerine karşı buz gibi sertleşmiş olan Evs ve Hazreç kabileleri su gibi yumuşadılar, birbirlerine karıştılar, bir vücut gibi oldular. İşte İslâm böyledir. İnsanları bir bütün yapar. Ama o İslâm’ı uygulamak lâzımdır.
Bir gün bu iki kardeş kabile efrâdından bazı kimseler sohbet ederlerken oradan bir genç delikanlı ile Şâs bin Kays adlı ihtiyar bir yahudi geçti. Bunların böyle senli benli konuşmalarına yahudi dayanamadı. Yanındaki delikanlıya: “Vallahi bunlar böyle dost oldukça bizim bu beldede eğleşmemize imkân yoktur. Onlara git yanlarına otur eski zamana ve savaşlara ait şiirler oku.” Genç delikanlı, yahudinin sözünü tuttu, Ensârın yanına gelip onlarla konuştu, şiirler okudu, hislerini harekete geçirdi. Bu şiirleri duyan iki kabilenin adamları, daha önce bir vücud haline gelen insanlar, kalktılar, birbirlerine girdiler, hatta “Essilâh! Essilâh! (Silahlanın, silahlanın)” diyecek kadar ileri gittiler.
Savaşın başlamasına çok az kalmıştı ki, durumdan Allah Rasûlü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) haberi oldu. Hemen oraya geldi ve onlara: “Ey Müslümanlar topluluğu! Allah sizi hidâyet ettikten, cahiliyeden kurtardıktan, aranızı telif ettikten sonra ve ben aranızda iken de mi cahiliyet davasında bulunuyorsunuz? Eski küfür halinize mi dönmek istiyorsunuz?” buyurdu.
Ensar canlarından çok sevdikleri Allah Rasulü’nün (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) mübarek sözlerini duyunca hemen kendilerinin bir şeytan tuzağına düştüklerini anladılar, ellerindeki silahları bıraktılar, birbirlerinin boyunlarına sarılıp kucaklaştılar, ağlaştılar. İşte o zaman bu âyet-i celile nazil oldu.
Câbir Hazretleri (Radıyallâhu Anh): Önü çok kötü, sonu çok güzel bugünden başka bir gün daha görmedim” demiştir ki hakikaten de öyle olmuştur.
İşte o hainin okuduğu şiiri dinlemek onlara itaat sayıldı. Onun için (اِنْ تُطِيعُوا) “Eğer itaat ederseniz” buyuruldu. Ve bu hareketin küfre dönmelerine de sebep olduğunu beyan ederek: “Sizi imanınızdan sonra çevirip kâfirler yaparlar” buyuruldu. Arkasından gelen âyet-i celilede de: “Nasıl küfrediyorsunuz, nasıl kendinize yakıştırıyorsunuz ki sizlerin üzerine Allah Tealâ’nın âyetleri okunuyor ve aranızda da Peygamberi bulunuyor. Artık her kim ki Allah’a sığınırsa muhakkak doğru bir yola çıkarılmış olur.”[3]
İki Müslümanın birbirine dalması, böyle mücadele etmesi bu âyet-i celilenin beyanına göre kâfirliktir. Her ne kadar sahibi kâfir değilse de yapmış oldukları işin kâfirlik işi olduğu anlaşılıyor ve böyle bir tehlikeden halâs olmak için de Allah Teâlâ Hazretleri’ne ve Kitâbına sarılma ilâcı ile tedavi mümkün oluyor. Onların bir şiirini, bir kere dinlemek bu kadar büyük zararlara yol açarsa, ya daima onların yüzüne bakmak, onları dinlemek, onlara uymak, onların şekillerini alıp adetlerini tatbik etmek ve onlarla arkadaşlık etmek, söyleşmek, muhabbet etmek bütün bunların insanı nerelere götüreceğini iyi düşünün. Yapmış olduğumuz her işte onlara benzememeye son derece gayret edeceğiz.[4]
Dipnotlar
[1] Âl-i İmran Sûresi, 149.
[2] Âl-i İmrân Sûresi, 100.
[3] Âl-i İmrân Sûresi, 101.
[4] Mahmud Efendi Hazretleri, Sohbetler, c.1 s.94.